16 Mart 2015 Pazartesi

GidipDuru...

22. hamlesinde yanlış yaptığını fark edip, atını geri çekemeyen bir satranç ustasının, yenilgiyi anlasa da kabul etmekte zorlandığı o 3-5 saniyeyi bildiniz mi?

Hani; zihni yenilmemişçesine bir sonraki hamleleri düşünüp, yalancı bir hayalin peşinde sürüklenir de bedeni olduğu yere çakılır kalır ya...

Hah işte öyle insanların birazdan biraz fazlası sanki buraya göç etmiş!

"Nereden çıkardın kuzum şimdi bunu?"derseniz, yaptığım küçük çaplı etraf keşiflerinde rastladığım insan profillerinden diyebilirim.


Şimdi burada kış aylarında belli başlı bölgeler haricinde bir atraksiyon yok. En faal olan yer de Bodrum Merkez. Hatta Bodrum Marinaya kadar uzanan Neyzen Tevfik caddesi diye iyice filtreleyebilirim isterseniz. Bu ana caddenin bir tarafı denize nazır olduğundan balıkçılara ve parklara ait, diğer tarafı ise her daim açık olan kafelere, restoranlara ve barlara...

Canı sıkılan herkes, ya da bir iki insan göreyim de içim açılsıncıları arıyorsanız, işte size açık adres.




Ee biz de taş değiliz ya aynı ruh haliyle arada o caddeye düşüp, 2 tur atıyoruz.

Sağ kaldırımdan Marina'ya kadar yürü, sonra Marina'nın içindeki Kahve Dünyası'na uğra, bir kahve iç, hesabı ödeyip, sol kaldırımdan garaja yürüyüp, evine dön...




İlk paragrafta bahsettiğim insan profili hakkındaki farkındalığıma dönersek, bu turlama olaylarının 4. tezahüründe, acı bir Amerikano (kahve türü) sonrası, yol üstündeki çocuk parkının kaldırıma taşan baskısından kaçıp, kafeler kısmına geçtikten hemen sonra ortaya çıktı.

Aaa bir baktım ki, en popüler 3 ardışık kafede oturan insanların hepsi, neredeyse aynı saatlerde, aynı masalarda oturup, yola bakıyor (biz şehirliler buna piyasa yapmak da deriz). Muhtemelen aynı şeyleri içip, aynı şeyleri konuşup, aynı eylemsizliğin bir sonraki gününü yaşıyorlar.


Fizik biliminde buna Atalet yani 'Eylemsizlik Hali' denir.

'Ataletli insanlar'; genellikle yavaş hareket etmeleriyle ya da hiç etmemeleriyle meşhurdur. Tembellik, yılgınlık, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek kişiliklerinin bir parçası olmuştur. Sitemkar hayat görüşleriyle yaşlarının toplamını alıp, size kötü tecrübelerini eşittir ile aktarma istekleri de devinim gösterdikleri tek zamandır.

"Ne biliyorsun?" demeyin

Çünkü bundan sanırım bir ay önce yanlışlıkla 'Ataletli İnsanlar Derneği'nin toplantısına denk gelmiş olabilirim (şüphem baki)...


Annemle oturduğumuz bir kafede, yan masadaki bir tanıdık vasıtasıyla kaynaşmış olduğumuz masadaki adam:
(Yaşı ve tavırlarıyla tahminimce Freud'un ölümünden bir kaç yıl sonrasında doğmuştu)

"Eee nasıl gidiyor bakalım Bodrum günleri?" dedi

"Fena değil, işte alışma süresi falan ama genel olarak mutluyum"

"Mutlu musun?

Hahahahahahahahahahah....

Bu kahkahanın açıklaması için bakınız Neyzen Tevfik sözleri:

"Bilmem ki nazlı yârim, niçin açmış gül erken. Zikrimi kaybettim ben, hayvan gibi gülerken."
(Belli ki bu adam oturduğu cadde itibariyle Neyzenin zikriyle bütünleşmiş)

"Daha dur bakalım yenisin. Mutlu olmak için erken"

Bak şimdi, pesimistliği her gün ağır kremalı bir cheesecake gibi tüketen bu adamın, kendi hayatına duyduğu tiksintiyle, benim bebek enginar yiyip, tazeliği hissettiğin günün aynı olması enteresan!


Muhabbeti tadında! bırakıp, izin istedikten sonra, kalktığımız bu masa sonrası, tecrübelerimden öğrendiklerim hanesine 3 madde daha eklediğimi söyleyebilirim.


1- Bilen ve Yapanlarla beraber ol
2- Bilen ama Yapamayanlarla mesafeni koru
3- Bilmeyen ve Yapmayanlara ise kesinlikle yaklaşma

Ne demiş Çinli Atalar, "Yavaş gitmekten korkma, öylece durmaktan kork"

Oldu o zaman ben gidipduru...:)











14 Mart 2015 Cumartesi

Mitoz Bölünme

17. yüzyılın akılcı filozofu Gottfried Wilhelm Leibniz en ünlü "Mümkün dünyaların en iyisi budur" cümlesini kurduğunda benim Bodrum'a yerleşeceğimi hissetmiş olabilir mi?

Hadi deyin ki hissetmedi. Ne fark eder, adam benim gözümde 1 numara...

Tam olarak bir rasyonelci olduğumu savunmam yersiz ama deneyciliğe bir tutam rasyonellik katarak kendi hamurumu 'kulak memesi' kıvamına getirmeyi başardım sanki.

İşle ilgili her ay gitmek zorunda kaldığım İstanbul ziyaretlerinin her dönüşü farklı olmaya başladığından beri, İstanbul benim için dolar karşısındaki TL durumuna düştü.

1. ziyaret : "Oh özlemiş miyim sanki?"
2. ziyaret : "Yok artık buraya ait değilim gibi"
3. ziyaret : "Ne işim var benim burda artık"

(4. ziyaretin biraz sallantıda olduğunu benim kadar fark etmiş olmanız lazım)

Tamam itiraf ediyorum; ilk 2 gün acayip bir enerji ile geçiyor. Uzun zamandır sosyalleşmemiş bir insanın bütün dilenciliklerine sahip oluyorum. Onu da göreyim, buraya da gideyim, öbürüyle de tanışayım,... 3. günün sonunda ise iftar yemeğinde kuzu çevirme yemeyi başarmış aç gözlü birinin midesindeki krampların bütün hepsini tek tek sayabildiğime yemin edebilirim.





İstanbul'un en güzel tarafı dostlarla buluşmak

Çarpık bir şehirleşmenin içine yığılmış insan öbekleriyle yaşamak neredeyse imkansız hale gelmiş benim için; Matkap sesiyle uyanmak, perdeleri sürekli kapalı tutmak, sürekli dışarıda yemek yemek, oksijen haricindeki gazları içine çekmek suretiyle nefes almaya çalışmak, çetrefilli ilişkilerin 'öylece oluvermesini' izlemek, kozmozu değil de kaosu kabul etmek...

"Ay, ne banal"...

Şimdi diyeceksiniz ki; "Ulan daha kaç aydır oradasın, boy boy eğlenceli fotolar koyuyor sonra da banallikten bahsediyorsun"

İşte tam da bu atara karşılık Mitoz Bölünme konusuna giriyoruz:)

Bölünüyorum usta!

Yani benim ana hücre bölünerek yavru hücreme bildiklerini aktarıyor ama yeni öğrendikleriyle gelişen, büyüyen, olgunlaşan yeni hücre baskın hale geliyor. Bir çok hücreye sahip olduğumu da hesaba katın ve beni suçlamayın. Ben kesinlikle yenilikçi hücrelerden yana koyuyorum oyumu ve eskileri ele geçirmelerine çok az bir zaman kaldı diyorum.

Bunu da daha Bodrum Havaalanına indiğin andan itibaren biliyorum.

Önümde uzanan araçsız yol, çiseleyen yağmurun sesine karışmayan korna, başını döndüren ilk nefes ve oksijen miktarı, insan görmediğin trafik ışıkları, evinin bahçesinde seni karşılayan köpeğinin heyecanı, kapıdan girdiğin andaki evinin ılıman huzur ortamı...



Ne demiş Sartre "Kendimizi sadece sabit kimlikli nesneler olarak görürsek Olmayı bırakırız"

Çok eğlenceli...

O zaman 'Olmaya' devam edeyim ben ve kaçınılmaz bütün kusurlarımla, özenle başka bir kimliğin içine bürünüp, Dereköylü Ahu'nun bütün hücrelerine sahip çıkayım, başka bir serüvene kadar sevgili Sartre...