18 Aralık 2016 Pazar

Sağlıklı Başlangıç

Yeni bir yıl yaklaşırken toparlanmak ve 'sağlıklı başlangıç' listesi yapmak adettendir.
Normalde uygulamaya geçme tarihi bir klişedir ve 1 Ocak'tır...
Ama gelin kıralım alışkanlıklarımızı ve yaz saati uygulamasını değiştiremesek de kendi zamanlamamızı değiştirelim.
18 Aralığın nesi var ki değil mi ama?

Listemin başında sizlere bir Özür var!
Uzun zamandır ısrarınıza ve desteğinize rağmen yazmadığım, yazamadığım için.
Sebebini kısaca anlatmak bir borç olduğu için kısaca bahsedeceğim:
Bu bloğu okuyan bir çok iyi insanın yanında kötü ve fırsatçılar da çıktı elbet. Olmasa olmazdı. Ama ben o kötülerle nasıl savaşacığımı bilemediğim bir döneme denk geldim ve pes ettim. Korktum. Korkunca bir daha pes ettim. Bu katmerli pes edişlerin ardında maalesef sözle de olsa beni ve hayatımı taciz etmeye çalışan biri vardı. Kendisini tanımadığım ve muhakeme yapma yetim olmadığı için suç duyurusunda bulunarak ve Savcılık şikayetiyle çözmeye çalıştım. Sonunda ne mi oldu?
Tacizler de benim yazma isteğim de kesildi...

Şimdi korkmuyor musun? diye sorabilirsiniz?
Korkmuyorum!
Beni en sevdiğim şeylerden uzaklaştırmaya, inandıklarımı ve yaşadıklarımı anlatmama engel olmaya çalışacak kişilerin sonu olmadığını gördüm. Osho'nun Yoga adlı kitabında Şairler hakkında bir tesbiti vardır: Der ki "Şair hafızasını beraberinde götürmez. Zihnini bir kenara bırakır ve bu da doğrudan temas etmesini sağlar. Mantığın bittiği ve şiirselliğin başladığı yerde rafine edilmiş ve yüksek aşamalı bir fenomen vardır." O zaman mantığın ve gerçeklerin sınırlarında dolaşıp, kaybetmek yerine, kendine izin vermek ve Şair olmak lazım diye düşünüyorum.
(Listenin 1. maddesini neredeyse şimdiden realize etmenin de tadı bir başkaymış:)

2. sırada sigarayı bırakmak, diyet ve spor yapmak var zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz! Çünkü bu yıl listenin daha anlamlı bir tarafının olmasını istiyorum. Mesela Bodrum'da hakkını vererek yaşayabilmeye ne dersiniz?
Kabul ediyorum ki ben bir çoğunuza göre 1-0 öndeyim; Hani büyük şehire 2 sene önce postayı koyup, herkesin hayalini kurduğu o güzide sahil kasabasına yerleştim ya... Ama yerleşmekle olmuyor bu işler. İnanın yaşadığımız topraklar, politika ve insanlar aynı. Haa tabii ki bir tık şanslı olduğumu itiraf etmem lazım. Çünkü biz burada daha az tedirgin, daha az trafikli, daha az yorgun ve daha az mücadeleci yaşıyoruz. Günler daha uzun mesela havalarsa bildiğiniz gibi ılıman. Kuş seslerini ilk defa duyduğunuz ve uykunuzdan uyandığınız da buranın gerçeklerinden...

Ama gel gör ki burada yaşamak için öncelikle:
Daha önce bildiklerinizi unutmanız gerekiyor; Günün sonunda burası, ilgi odağı olmuş ve zorla geliştirilmeye çalışılan bir sahil kasabası. Doğasında turizm ve az çalışmak olan bir Akdenizli. Eee turizm bitti. Çalışma alanı zaten yok o zaman ne olacak?
Genel kanı ve öneri 'Emlakçı Olman' yönünde...

"Hemşire deli misin sen ne uğraşıyorsun antin kuntin, sanat, sepet, markalaşma, pazarlama, strateji falan? Emlakçı olacaksın cillop gibi senede bir ev satıp, gün gibi yaşayacaksın. Hem çevren de var bak... Valla delisin sen!!!"

Bak güzel kardeşim benim bugüne kadar ne boklar yediğim, ilgilendiğim alanlar, hobilerim belli. Hep bir yazı işleri, dergicilik, sanat yönetmenliği, sosyal medya, resim, reklamcılık falan gibi kreatif işlerin içinde olmuşum ben. Şimdi 42 yaşında sanki anlarmışım gibi hidroforlu, depolu, tapusunda cart gözüken ama curt olan evi ordan buradan bulup, kendi portfoyüme koyup, kaçırılmayacak bir şey gibi gösterebilme ihtimalim var mı?  
Sıksam olur... Ama sıkmayacağım!
Çünkü ben profesyonelliğe inanırım (Bu arada bu işin hakkını veren 1-2 akadaşım var yönlendirme yaparım isteyene) Haa deli gibi iş mi yapıyorum? Hayır ama yine de bilenlere bırakmayı tercih ederim bu alanı. Her meslekten emlakçı olmuş insan tanıdım burada. Herkes yokluktan emlakçı oluvermiş Bodrum çukurunda. Haksızlar mı? Asla değiller. Çünkü burada icra edilen meslekleri yazsak iki elin parmaklarını geçmez:
1- İnşaatçı
2- Müteahhit
3- Emlakçı
4- Otelci
5- Restoran/barcı
6- Tekneci

Anlayacağınız listenin 2. maddesi benim için daha zorlu. Bu 6 meslekten birini öğrenmem lazım bu yaştan sonra ki zaten otelcilik, restorancılık ve teknecilik ülkenin turizm baltasından dolayı iptal olmaya yüz tutmuş durumda.

Umutsuz şeyler yazıp bir de ben karartmayacağım bu karanlık günleri. Ama buraya gelmeyi hedefleyen, özenen arkadaşlara hiç kimsenin yazmadığı gerçekleri söyleyeceğim; Tedbirli ve bilir olarak gelin diye aramıza.
- Üç kuruşluk birikimine güvenip, burada iş yapacağını sanarak gelme
- Evliysen, karının/kocanın tam olarak dişli ve seninle aynı hayali benimsediğini anlamadan gelme
- Burada iş yapacaksan büyük şehir vizyonunu, geldiğin şehirde bırakmadan gelme
- Tek başına bir kadın olarak gel tabii ki ama yaşlı ve paralı adamların sana yazmasından rahatsız olacaksan, bir daha düşün, gelme
- Haftanın 5 günü sokakta yemek yiyorsan ve akmayı seviyorsan daha zamanın var, gelme
- Araban yoksa sakın gelme
- Buraya restoran açmaya geliyorsan gelme
- Uçuk -kaçık fikirlerin ve projelerin varsa gelme

Aslında 'Gelme' demiyorum ama bunlara dikkat edip gelin diyorum. Çünkü buranın dinamikleri, kafası, iş anlayışı, prensipleri, yaşamı bildiklerinizden farklı diyorum...

Kendime ve sizlere 'Sağlıklı Başlangıçlar' yapabilme fırsatı vererek yazımı bitiriyorum.
İyi ki varsınız...










13 Ocak 2016 Çarşamba

Esse est Percipi

Esse est Percipi : "Var olmak Algılanmaktır"

Ünlü filozof Kant'ın hayatı boyunca yaşadığı Königsberg'den hiç ayrılmadığı, her akşam yemeğinden sonra yürüyüşe çıkmak gibi düzenli alışkanlıklarıyla birlikte yapayalnız bir hayat sürüp öldüğü söylenir...

Baktım ki benim gidişat da biraz Kantlaşıyor, ufak bir düzenleme ile bu kış kendime sosyal bir çevre edinmeye karar verdim. İşin sırrı bu sosyalliği, sentetikleştirmemek. Doğal ve organik yapabilmek. Ne de olsa Bodrumdayız değil mi ama.

İlk olarak istekli olduğumu evrene sesli bir olumlamayla belirttikten sonra gerçekleşmiş gibi şükrettim ve tabii ki EGO'mu da hafifçe içeri çekmeyi unutmadım...

Ben hazırım da geri kalanlar nerede?

Bu cümleyle soyutlamanın doruklarından gündelik gerçeklere yumuşak bir iniş yaptıktan hemen sonra, her şarjlı medeniyeti tatmış insan gibi ben de telefonumdaki 'Kişiler' sayfasına bağlandım:

Ayşe; evli çocuklu
Ahmet; evli çocuklu
Mehmet; İstanbul'da
Arzu; evli
Yıldız; evli çocuklu
Mahmut; yaşlı
...

(isimler temsili, durumlar gerçek)

Ulan herkes ürerken ben ne yapıyordum acaba? Ev falan mı boyuyordum? Ya da Bahçede ot yolarken mi kaçırdım olayı? Yok yok belli ki ben yanlış sınıfa düşmüşüm...

Bu tip durumlarda en iyisi kara tahtada yazılı her şeyi silip, eline yeniden tebeşiri almaktır.
İstikamet Bodrum Merkez.

Bütün gün amaçsızca dolaştıktan ve kahve içmekten midem büküldükten sonra, Marinanın karşı yolunda Bülent'e rastladım; Küba Bar'ın sahibi nam-ı diğer 'Küba'.

Yüzüme bir kan gelmiş ki sanırsın biraz önce inci kolyem ve korsajlı elbisemle, komşu köşkün sahibiyle bahçede, şemsiye altında fingirdeşiyorum. (bkz 19yy İngilteresi)

"Kız naber? Napıyorsun? Gelsene yanımıza" (Marinanın karşısında Yeni açılan Mutfak by Küba'nın ön masasında )
"Aaa selam. Napim ya sıkıldım evde. Attım kendimi sokaklara. Çok severek katılırım size bir şarap için"

Mutfak by Küba'da ilk Şarap


Bülent'le tanışma hikayemiz biraz komiktir. Geçen sene Şubat ayında yabancı bir dergiye Bodrum konusu hazırlarken, yazdığım 'Küba Bar yazısı'na görsel istemek için aradım kendisini ilk. O da: Salı günü saat 17:00de gel Küba Bar önünden al fotoğrafları dedi bana. (Geçen seneki ürkekliğimi ve o hafta yaşanan Özge Can vakasını kafanızın bir tarafına not edip öyle okuyun devamını)

Tam bana söylenen saatte Küba Barın önüne gittim. Bir adam kapının yanındaki duvara dayanmış duruyor. Biraz yaklaştıktan sonra

"Sen Ahu musun? dedi
"Evet, siz de Bülent Bey olmalısınız"

Elindeki Usb belleği uzatarak

"Bütün fotoğraflar burada, istediğini kullanabilirsin, işin bittikten sonra buraya bırakırsın"
"Harika teşekkür ederim"
"Bu arada nerede oturuyorsun sen?"

(Dilbilgisine alışkın birinin, dili bu kadar cüretkar kullanan biriyle karşılaştığı zaman sopasını saklaması durumunu yaşayan ben 2-3 kekeledikten sonra)

"Dereköydeyim. Neden sordunuz?"
"Yemek yedin mi?"

(Şaşırmaktan katılmış ben)

"Henüz değil ama evde yiyeceğim, teşekkürler"
"Hadi gel. Senin evin yolunda bir yere yemeğe gidiyoruz arkadaşlarla. Sana da yemek ısmarlayayım. Hem tanışmış oluruz"

Bu radikal öneriye, daha radikal bir cevap arayışımı fark eden Bülent,

"Korkma, kimse seni rahatsız edemez ama olursan da bir kahve içersin, şöför seni eve bırakır"

Aranızdan kaç kişi bu durumda "Tamam o zaman" diyip yemeğe gider?
Pek çıkmadı galiba...

Ben ne yaptım sanıyorsunuz?
Tabii ki gittim.
(İşte, sanırım bazıları ürerken ben yeni tanıştığım insanlarla keyifli bir yemek yiyordum)

Yahşi kavşağını geçtikten hemen sonra yol kenarında bulunan 30 yıllık, masif bir meyhane olan Atgeç Meyhanesine gittik o akşam. Burayı Bodrumlulular haricinde çok bilen ya da tecrübeleyen olduğunu sanmıyorum. Küçücük bir köy evi ve bahçesinden oluşan bu mekanın sahibi mutfakta size kanlı kavurma (sacda köy tavuğu), bıldırcın, Tilkişen (Yabani kuşkonmaz), Körek mantarı (Bodrumda çıkan bir mantar) gibi inanılmaz yöresel lezzetleri yaparken, fonda hafif bir Türk Sanat müziği çalıyor. Şömineye atılmış Zeytin ağaçlarının çıtırtısı ve tek garson Mehmet'in sürekli yaptığı servisle kendinizi 80'lerde sandığınız süssüz ve gerçek bir rakı mekanı.

Atgeç Meyhanesi Gürece


O gece Bülent'in çok yakın bir kaç arkadaşıyla muhteşem bir yemeğe dahil oldum.

Ne demiş Paulo Coelho “Risk almak zorundasın. Çünkü, yalnızca beklenmeyenin olmasına izin verdiğimizde, hayatın mucizelerini tam olarak anlayabiliriz.”

Bu riski almamı kolaylaştıran ve Bodrum'da hem iş yaptığım hem de dostluğundan inanılmaz keyif aldığım Bülent'e bir kere daha buradan teşekkür etmek istiyorum. Sanırım Bodrum'da sosyalleşmemi sağlayan kapıyı aralayabilmeme en büyük katkı kendisinindir.

Bülent , The Küba

Tek tanıdığım Küba mı sandınız? :) 


Hala tam olarak kendime ait bir çevre kurmamış olsam da, her geçen gün yeni insanlarla tanıştığımı ve bu konuda amatörlüğümü atmaya başladığımı söyleyebilirim.

Haa, nereye mi takılıyorum?
Tabii ki Mutfak by Küba'ya. (Buna reklam değil, sosyalleşme yolunda ilk adım denir)
















                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  

5 Ocak 2016 Salı

Suriphobia

"Bir insanın hayatının ikinci yarısı, ilk yarıda kazanılan alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir." demiş Dostoyevski. Bu çıkarıma göre Dostoyevski'yi eve davet edip, benim ikinci yarı hakkında konuşmayı kesinlikle hak ettim...Ben ilk yarıda edindiğim bütün alışkanlıkları çöpe atıp, 40'ta sıfır kilometre bir yaşama geçmiş bulunuyorum. (Tamam 3-5 garanti alışkanlığı hala cepte tuttuğumu itiraf edebilirim) 

Bence yaşadığınız yerin, sosyal ortamın ve diğer değişkenlerin diretmesiyle değişiyor bütün alışkanlıklarınız;

Örneğin daha önce lüks apartman dairelerinde yaşayan birini köy evine koyduğunuzda, kesinlikle bir Apartman Görevlisi olmuyor.
"Ahmet bey çöpü alır mısınız"
"Ahmet bey benim zil çalışmıyor"
"Ahmet bey sabah bana bir gazete, bir ekmek lütfen"
"Aaaa Ahmet bey evde böcek gördüm hemen bir ilaçlama yaptıralım"

Ahh Ahmet bey Ahhh.. 
Bir görsen şimdi ben neler yapıyorum aklın şaşar.
Çöpümü yolun karşısına yürüyüp atıveriyorum. Ekmek gazete öyle her sabahlık değil 3 günde bir mesela. Haa böcek mi? Basıveriyorum üstüne gidiyor. Ama geçen gün yaşadığım travmayı sana anlatmazsam olmaz.

Benim üst katla alt katı birleştiren merdivenin boşluğunu, ıvır zıvır koymak için düşünmüştüm. Evde çok fazla dolap ve saklama alanı olmadığı için, Kış olduğunda yazlık ayakkabıları, Yaz olduğunda kışlık ayakkabıları, boyaları, kovaları, tamirat malzemelerini vb bütün istemediklerimi hoop atıveriyorum merdiven altına. 1 hafta önce Kışlık ayakkabılarımı çıkartayım ortaya istedim. Girdim merdiven altına, çıkarıyorum istiflediğim şeyleri. 2 torba ayakkabıyı, torbaları iyice koli bantlayarak (nem almasın diye) yerleştirmişim yazın. Birini aldım, giymediklerimi ayırıp, diğerlerini ortaya çıkardım. Tam ikinci torbayı elime aldım ki bir sakillik var; Botumun içine soktuğum kağıtlar parça pinçik olmuş ve bütün torbanın içine dağılmış. "Hayırdır inşallah" demeye kalmadı ki bir minik fındık faresi kendini botun içinden yere dar attı (orası meğer onun eviymiş) . O attı da, ya ben ne yaptım sandın? İlk defa sağa doğru 3 basamak zıplayabildiğimi ve aynı anda da çığlık atıp, torbayı fırlatıp, telefon edebildiğimi ilk o gün öğrendim ben. 
Hatırladın mı böcek görüp evi terk edip, apartmanı velveleye veren o kırmızı rujlu kızı? 

"Banu hanım niye sinirlendin yine, nolcak küçücük hayvan yiyecek mi seni?" derdin şimdi sen bana yine. (Her müzmin Apartman Görevlisi gibi Ahmet bey de bana BANU derdi. Sanırım Ahu adı dini bütün Türk erkeklerinde baldır bacak, sarı tiftik şuh saçlar, bal dudaklar gibi şeyler hatırlattığı için bu şekilde hitap ederek namusumu koruyorlar !!!)

Fare dedim Fareee Ahmet Beyyy...
Sen beni 'Yeşil Yol' filmindeki John Coffrey, evdeki fareyi de Mr. Jingles mı sandın?
Bende üflenerek yiyecek burun var mı söyle bana?
Ya da fobilerime fobi katacak bir tip?


John Coffrey & Mr Jingles



Mr Jingles / Green Mile filmi

                                                                  
Bir çok şeye alışabilirim belki ama, bunların arasında asla bir Fare yok!

Bu çizgi filmlerde bize yumuşatılarak sunulan süper sevimli surata sahip hayvanın, ne boklar yediğini biliyormuyuz biz; yok kuyruğunun geçtiği yerden geçebilmek, yok efendim havada, karada suda yaşamak, üstüne zeka konusunda sürüngenlerin topuna kafa tutmak, hız, oburluk, üremede sınır tanımamak ve kemirmekten kendini alamamak....

Benden üstün bir hayvan ister miyim ulan kendi evimde ben?

Hemen Kırmızı Alarm moduna geçerek, Ekspress İlaçlamayı aradım. ( 6 ayda bir evi hem böcek hem de fare için ilaçlattığım firma) 

"Yusuf bey, Dereköyden Ahu ben, müsait misiniz?
"Aa Ahu hanım buyrun , tabii"
"Evi ilaçlatmak istiyorum yine"
"Olur tabii ne zaman yapalım?
"Yarım saate olur mu? Kırmızı Alarm verdik!!!"
Olayın bir 'Suriphobia' (Fare fobisi) durumu olduğunu anında çakan Yusuf bey (bir nevi beyaz gömlek,kumaş pantolon giyen süper kahraman), "Hemen geliyorum" dedikten 45 dakika sonra evdeydi. 

Şimdi kendine böyle bir meslek seçmiş insana, birçok kişiden daha fazla saygı duyduğumu söylememe gerek var mı bilmem ama Yusuf Bey'in Bodrum yaşamımda bende yeri ayrıdır.

Jilet gibi kıyafetiyle, tam dediği saatte eve gelip, bu sinsi hayvanın bütün davranış modellerini yalamış yutmuş biri olarak, olay mahaline ve gerekli bütün noktalara yemleme ve ilaçlama yaptıktan sonra 15 gün sonra kontrole geleceğini söyleyerek ayrıldı evden. 

Bilmiyorsanız söyleyeyim, yapışkan bantlar, peynirli ikonik tuzaklar, zehirler falan yalan dolan. Çağırıyorsunuz bu adamları, siyah plastik kutular içine yerleştirilmiş, fareyi anında öldürüp, kutunun içinde kurutan techizatı yerleştiriyorlar ve arada gelip kontrolünü yapıp, ölüleri atıyor yenisini yerleştiriyorlar. Sizi bilmem ama ben ölü diri bu hayvanla karşılaşmak istemediğim için veriyorum parasını, kulaklarım burnum ve huzurum tam takılıyorum evimde. 

PS. Express ilaçlama için benden telefon isteyebilirsiniz:)