31 Ekim 2014 Cuma

Çekim Yasası Sen Çok Yaşa!

Bir kız arkadaşınız yeni bir eve taşındı. Ev hediyesi olarak ona ne alırsınız mesela?

Vazo? Fırın kabı? Kendini robot sanan mevye sıkacağı? Sevgilisiyle selfie'sini koyacağı çok bölmeli bir çerçeve? Sempatik ev aksesuarları? ...

O zaman ben kesinlikle sizin bildiğiniz kadınlardan değilim!

Hayatımda hiç bir zaman klişe ve sevimli şeylerden hoşlanan biri olamadım maalesef.
Çocukken bütün yaşıtım kızlar Barbie bebeklerini öpüştürürken, ben babaannemin Tercüman gazetesinden kazandığı dikiş makinesine sarıyordum.
Lise yıllarımda işin içine bir de erkekler girdi, ortalık iyice karıştı. O zamanlar erkekler hoşlandıkları kızlara en tüylüsünden ayı, fok, köpek ve bilimum hayvanların replikalarından hediye ederek, hislerini açığa vurur, bunlarla uyumanız suretiyle karşılık vermenizi beklerlerdi. (Zor Yıllar)
Ben daha çok bu hediyelerle uyumak yerine köpeğimize vererek, cinsel arzularını tatmin etmesine yardımcı olmayı tercih ederdim - Tamam terbiyesizce bir yaklaşım olabilir benimki ve erkek kardeşimin Hediye Karması'nda bir takım pürüzler yaratmış olabilirim ama her zaman estetik ve faydacılığa inanmışımdır-

Tekil Sempati

Çoğul Sempati

İtiraf et Anne, ya kalamarı denizde yüzen çembersi hayvanlar sanan, 'Aidat' kelimesinin bir uzakdoğu dövüş sanatı olduğuna emin, ağzından 'eşek' kelimesi kaçtı mı keçileri de kaçırıp kendini tokatlayan, Darwin'i bile "Ay ne maymunu canım, benim babam aslan gibi adamdır" diyerek Evrim Teorisinden soğutacak, hiç evrilmemiş bir kızın olsaydı, daha mı iyiydi?


Çekim Yasasına göre evrende her şey enerjidir ve her enerji kendisine benzeyen diğer enerjileri çeker. Yasa gereği ben ve benim gibilerle ördüğüm çevre ile bugün mutlu ve hediye konusunda oldukça şanslı günler yaşadığımı söylemek isterim. Taşındığım günden beri gelen hediyeler de bunun kanıtıdır:

1. Mangal, köpek kulübesi ve aparatları (Bülent; hem iş hem sokak arkadaşım olup, evimin ilk hediyesini de alan kişidir)






Bu size hafif mi geldi o zaman hemen sonrakine geçeyim: 

2. Bir Kamyon Mıcır ve el emeği göz nuru bir Zen Bahçesi (Emre; 10 sene önce bir çiftlik evine taşınarak, şehir hayatına kırmızı kart göstermiş yegane arkadaşım olup, toprak ve bahçe konusundaki bilgisiyle BBC'ye belgesel yapabilecek kıvamda takılan, aynı zamanda da hayatımda aldığım en pragmatik ve her geçen gün güzelleşecek hediyenin de sahibi)
(Pragmatizm: Felsefede uygulayıcılık, uygulamacılık, faydacılık, yararcılık gerçeğe ve eyleme yönelik olan, pratik sonuçlara yönelik düşünmektir)







3. Ahşap, nefis bir heykel (Ceren ve Mehmet Can Erdoğan; hayatımdaki en iyi dostlarım olup, beni benden daha iyi tanımalarından kaynaklı 'yüzen bir kadın heykeli' alarak evimin en değerli 2. heykelini hediye ettiler - Zaten 1.sini de onlar almıştı -)


4. Geleneksel, el yapımı bir Kore Maskesi ( Alp; İzmir'de gençlik yıllarından beri arkadaşım olup, uzun süreler görüşmediğim ama bu göz alıcı parça ile beni ne kadar iyi tanıdığına şaşırdığım, şaşkınlığımı da yine onun aldığı bir şişe Chivas ile geçirdiğim can)


5. Ev yapımı kırma zeytin, bahçeden toplanmış Nar, Roze şarap ve Eren'in elleriyle Ağaç gövdesinden yaptığı nihale ( Eren Ve Nihan yılın çoğu zamanını Bodrum'da geçiren, İstanbul'da çok az görüşmüş olsak da Bodrum'un tadını en çok çıkarttığım dünya tatlısı arkadaşlarım)

hediyeleri yiyip-içtiğimizden kendilerini koyuyorum

6. Her türlü şarap ve içki getiren arkadaşların listesi uzun olduğundan onlara girmiyorum bile:)

Ne demiş Emerson; "Sevdiklerimize vereceğimiz en değerli hediye, ne altındır, ne de mücehver. Yalnız kendimizden bir küçük parça"  (Çağdaş peygamber olarak tanınan filozof/din adamı)

Sana bu lafının üzerine Zen bahçemde bir rakı sofrası kurup, sanat eserlerimi gösterip, mangal yapardım Emerson ama dini meze yapar, tadımı kaçırırsın diye sadece tebriklerimi göndermekle yetiniyor ve bana olağanüstü hediyeler veren arkadaşlarımla hayatın tadını çıkartmaya gidiyorum...




28 Ekim 2014 Salı

Kış Modu Ayarı

Bir haftadır nerelerdesin diye sorarsanız, bir grup depresif Kümülüsün saldırısına uğradım!

Ben hiç kış gelmeyecekmiş gibi, plastik babetlerim ve atletimle takılırken aynı zamanda da İstanbul'da bere giymeye başlamış arkadaşlarıma, boy boy nazire fotoğrafları atarken, köşeden dönen gri bulutları görmemişim.

Doluya yakalanmadan 1-2 gün önce

Ne demişler: "Düz ovada yağmurdan kaçılmaz, ... "

Ben de kaçamadım!

Apartman katlarının bol merdivenli, yükseklerinde yaşarken, 'yağmur' benim için bir şemsiye ile önlem alabileceğim, dışarı çıkmadan önce trafik hesabına +45dk eklediğim ve bir de ayaklarıma bot geçirmem gerektiğini bildiğim bir doğa olayıydı.

İşte tam da bu yüzden, yakalanmadan az önce elimi kolumu sallaya sallaya evden çıkıp, yemeğe gittim. İsviçre'den gelen yelkenci bir arkadaşıma Yalıkavak Marina'yı gösterip, orada da bir şeyler atıştırıp eve dönerim planım, ilk gök gürültüsü ile 'Alabura' oldu (teknenin alt üst olması).

Gök gürültüsü nedir?
(1) şimşek ve yıldırım esnasında oluşan patlamaya benzer yüksek ses,
(2) Ahu'nun bahçede unuttuğu minderleri hatırlatan elektrik yüklü ses
(3) Araba alarmlarının düşmanı ses
(4) Yağmur servisinden hemen önce ikram edilen ses
(5) Tabiat ananın bana attığı tokatın sesi

Canhıraş bir feryatla " Hay bin kunduz" diye Gallus'a döndüm (küfür de etmiş olabilirim yalan demiyim)
"Hemen eve gitmeliyiz" (ingilizce)
"Islanmazsın korkma, az yağıyor" (daha iyi bir ingilizce)

10 ay üzerime bir şeyler yağan bir ülkeden gelsem belki ben de sallamazdım bu yağmuru ama öyle değil işte.
"Yok ondan değil, bahçeyi toplamadım, bütün minderler dışarıda" (telaşla çözülen akıcı ingilizce)

Henüz marinanın girişindeki 3. dükkanı bile gösteremeden, arabaya geri döndük. Yalıkavak-Dereköy arası yaklaşık 10km civarında. Hafif hafif başlayan yağmur daha yolu yarılamadan Muson tarzında takılmaya karar verdi. Buraların bir özelliği de buymuş; yağmur yağdı mı göz açtırmazmış.
Eve yaklaştığımızda "Bir yağmur bulutuna denk gelmişizdir canım" argümanımı çoktan seller almıştı.

"Gök gürültüsü iyidir, gök gürültüsü görkemlidir; ancak işi bitiren yıldırımdır..." der Mark Twain.

Hem de ne bitirmek!

Bütün bahçede kullanmış olduğum minimal beyazların, ıslanınca nasıl maximal bir stil yakaladıklarını, mumların kesinlikle water-proof olmadıklarını, cam şamdanların rüzgar testine tabi tutulmadan piyasaya sürüldüklerini, çam ağacından yapılma şezlongların su gördüklerinde içsel kırılmalar yaşadıklarını bir yağmurda öğrendim ben.








Bütün bir hafta süren, yıka-ütüle-temizle-tak eylemi ile sonunda dörtleme eylemlere geçtiğimi gururla söyleyebilirim.

Haa, bir de bu tip evlerin dekorasyonunun yaz ve kış aylarında farklı olması gerektiğini,
mevsimler arası geçişlerde size klima esnekliğinde ve bir düğme kıvraklığında mod değiştirmeyi öğrettiğinin altını çizmeliyim.

Ne demiş Cicero, "Tabiat dostluğu; erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil."

Biz de yardakçı olmak için dip boya yaptırmadık ya bunca zaman, erdemin hasta takipçisiyiz...





18 Ekim 2014 Cumartesi

Bodrum'da Vahşi Yaşam!

Yıllardır, şehrin göbeğindeki evinde belgesel seyretmiş bir kadın duruyor karşınızda...

Favorilerim arasında her zaman Nat Geo, Nat Geo Wild, Animal Planet ve BBC Wildlife ipi göğüsler. Beyaz köpek balıkları, deniz filleri, büyük kediler, yırtıcılar, en zehirliler, kemirgenler, en büyükler, en küçükler, ne kadar hayvan varsa yalayıp yutmuşum yaşamlarını...

Ama ironi şu ki:
Ben hayatımda balık bile beslemedim bu güne kadar!

Bu eve taşınırken bütün herkes ağız birliği ile bana 1 kedi, 1 köpek ve 3 tavuk almamı önerdi.

Kedi: Böcek, fare, yılan ne varsa evde yok etmekten sorumlu
Köpek:  Bildiğiniz bekçilik işinde
Tavuklar: Bahçedeki her türlü böcek familyasını mideye indirme görevinde (Tabii bir de yumurta yaparak bonus kazandırıyor)

Ben nereden bulurum bu hayvanları diye debelenirken ilk hayatıma Garfield giriyor.

Garfield; Karşı komşunun 7 kedisinin en büyüğü ve en yaşlısı. Oradaki karmaşadan yorgun düşmüş olacak ki, taşındığım ilk günden itibaren, benim evde yaşama kararı aldı. Önceleri sahibine ayıp olmasın diye yemek vermemeye çalışsam da, Garfield Ghandi'den daha dirayetli pasif direnişi ile iki tarafa da durumu kabullendirdi.


 Mehmet Can'ın objektifinden biz

Benim gibi huylu biriyle yaşamak kolay değil bir kedi için; yatağa almam, ağzını öpmem, sıkıştırmam, kucağımda dolaştırmam...
Ama kabul etmeliyim ki Garfield gördüğüm en uyumlu ve akıllı kedilerden. Bütün kuralları, günde 2 kap yemek ve akşam 3-5 okşama karşılığında kabul etti ve ev arkadaşım oluverdi.


Bu akşamüstü mutfakta yemek yaparken, Garfield'ın boğuk boğuk miyavlama sesini duydum.
Bu kedi normalde miyavlamıyor. Yemek istediği zaman ya sürtünüyor ya da kibarca patisiyle koluma vuruyor.

"Noldu oğlum? Acıktın mı? Nedir? diye sesleniyorum mutfaktan

Sesime doğru hızlıca gelen pati seslerini takiben, arkamı dönüp bakıyorum ve basıyorum çığlığı:

"Allllaaaaaahhhhh"

Garfield ağzında hayatımda görmediğim büyüklükte bir sürüngenle, mutfak kapısının girişinden bana bakıyor. Bir adım geri atıp, paniğimi hissettirmeden, sesimi telkin moduna alıyorum:

"Tamam oğlum, hadi dışarı çık. Aferin sana" 

Bizimki sanki ben dışarı dememişim gibi, iyice içeri girip, mutfak masasının yanına ağzındakini bırakıp, kenarına da yatıp, avcılığının tadını çıkartıyor. Ağzındaki hayvan ölü mü değil mi anlamadığım için hafifçe yaklaşıp, sandalyenin üzerine çıkıyorum. Henüz tanımlayamadığım bu hayvan, evimde görmekten çok mutlu olacağım bir tür değil. 


Telefonuma ulaşıp hemen Hızlı Arama ile Memo'yu arıyorum.

Memo, hayvan sevgisi konusunda abartılı takılmıştır hep. Bildiğiniz kedi-köpeğe girmez mesela hayvan besleyecekse. Gider sincap, iguana, Engerek, Ankara Tavşanı, Hint Bülbülü, keklik, papağan ya da tırtıl falan besler... Niş hayvan konusunda en güvendiğim tek insan olduğundan, durumu ona açıyorum

"Memo evde birşey var. Sürüngengillerden ama yaklaşınca hırlıyor. Resmen yaratık olum bu. Napcam?"

"Çek fotosunu yolla hemen bakim"


Memoya fotoyu sandalye tepesinden yolladıktan sonra, arıyor hemen:

"Hahahhaahah Ahu çok salaksın ya... O bir Bukalemun. Hiç mi görmedin? Çok şeker olurlar ve hiç bir şey yapmazlar çünkü dişleri yoktur. En çok 25 cm uzarlar. Ben para verip alıyorum onları. Besle bence..."

"Memo tıslıyo bak bu. Eminiz değil mi Bukalemun olduğundan"

"Ahu korkmuş hayvan, tabi tıslayacak, tut elinle, koy bir ağacın üzerine"

Bana komodo ejderi tadında gelen bu hayvanı kesinlikle elime alacak değilim. O yüzden bahçeden hızlıca küreği alıp, mutfağa geri dönüyorum. Küreği yere yatırıp, hayvanı incitmemek için gazete rulosuyla da itekliyorum.

İşlem Tamam!


Hala boyuna posuna bakmadan bana tıslayan Bukalemunu yan bahçedeki nar ağacının üzerine yerleştiriyor ve ondan daha çok değişen rengimi normale döndürüyorum.

Koltuğa bir oturuşum var sonrasında görmeyin!
Sanırsın, 'Sürüngenlere Fısıldayan Adam'ım ve soyu tükenmiş olan bir sürüngeni bulup, büyük bir mücadele sonrasında, doğal habitatına salma başarısına ulaşmışım...

Ama hiç fena değilim kabul edin.




Eye of the Tiger

"Tabiat aşkı, insanın ümitlerini boşa çıkarmayan yegane aşktır." der Honore de Balzac

Ben de bunca zaman peşinden koştuğum aşkların meyvesini alamamış biri olarak, burnumu tabita çevirip, aşkın ilk tohumlarını buraya atmaya karar veriyorum.

Benim bahçe öyle az buz bir alan değil, neredeyse 1 dönüm toprak var önümde. Fakat benim bu konudaki bilgim, sadece 12TL'ye Migrostan alınmış Orkide beslemekle sınırlı olduğundan, nereden başlamak gerekir sorusuna cevabım henüz net değil.

İlk önce bu yaz formam haline gelen kıyafetlerimi giyiyorum: kot şort ve atlet. Ayakkabı olarak bu sefer tercihim parmak arası terlik yerine, yağmur botu! (Bahçe için özel olarak satılan botlar var tabii ki ama ben şehirden yeni inen biri olarak henüz onlara sahip değilim)




İlk hedef: Daha önce beton atılmış alana toprak atıp, orayı biraz daha doğanın içine katmak.


Toprağı nereden buldun diye soranlara;
Tabii ki bahçeyi çapalayıp elde etmediğimi, Can Hafriyat'tan 1 kamyon bahçe toprağı sipariş verdiğimi itiraf etmeliyim.

Saat 11.00.

1. Teknik:
Elimdeki küreği, toprak yığınına daldırıp, önce düzenli bir şekilde alanın başına kadar gidip atıyorum. 4. kürekten sonra bu işte bir hata olduğuna neredeyse eminim lakin bu şekilde gidersem bu iş 1 hafta sürer. 

2.Teknik:
Elimdeki küreği yine daldırıp, toprağı savurabildiğim en uzak noktaya kadar gelişi güzel atıyorum. Pisliği daha fazla olsa da bu teknik daha hızlı olmanızı sağlıyor.

Yarım saat sonra, hortumla ıslattığım kafam, beni terk etme kararı almış dermanım ve kürek tarafından çılgınca dövülmüş bedenimle, kendimi Clubber Lang (Rocky 3'te Sly'ı tepe taklak etmiş insan azmanı)  yenilgisine uğramış Rocky gibi hissediyorum.

Bana şu an tek gereken Apollo Greed'in olumlu sözleri ve arka fonda çalan bir 'Eye of The Tiger'...
(Benim gibi 80lerin çocuklarında Acı ortaya çıktığı andan itibaren fonda beliriveren ve gaza getirme konusunda üstüne tanımadığım 82'lerde Surviver grubu tarafından çıkartılan efsane parça)

Telefondan hemen sountrak'i indirip, kulaklığımı takıp, en detone halimle bağıra bağıra söylüyor şarkımı ve sallıyorum küreğimi yine...
Face to face, out in the heat
Hanging tough, staying hungry
They stack the odds still we take to the street
For the kill with the skill to survive

It's the eye of the tiger
It's the thrill of the fight
Rising up to the challenge of our rival
And the last known survivor
Stalks his prey in the night
And he's watching us all with the eye of the tiger


3 saat sonra işi tamamlamanın verdiği gururla, bir sigara yakıp, toprağı seyre dalıyorum.


Valla Sevgili Balzac, haklısın ümitlerimi boşa çıkartmıyor bu toprak ama ben zaten bu kadar performansı bir erkeğe yapsam sanki o da yeşerirdi be...



13 Ekim 2014 Pazartesi

Kimine Nöbet, Kimine Uyku!

Her sabah saat 7.30 - 8.00 gibi hayata başlıyorum.

Eee bunda ne var bu kadar afişe ediyorsun diyeceksiniz. Haklısınız. 

Ama İstanbul'da yaşadığım seneler boyunca çok ciddi boyutlara ulaşan uykusuzluk problemi yaşadım. Ataklar halinde gelen bu uykusuzluk halleri zaman zaman tepe noktasına ulaşıp, beni müzmin bir Fight Club (Döğüş Klübü- kült film) üyesine dönüştürdü. (Tyler Durden'la az takılmadık izbelerde)

"Uykusuzken hiç bir şey gerçek görünmüyor. Sanki her şey uzakta. Her şey suretin, suretinin sureti…" diye bir replik vardır bu filmde. İşte ben de gerçeklikten koptuğum bu dönemlerde, nefes hocası bile çağırdım eve. Tarkan, her gün düzenli bana uğrayıp, reiki verip, 1 saat boyunca nefes çalıştırıp, ben uykuya geçtiğimde de evi terk ederdi. İşte büyük şehir lüksü diye ben buna derim: Uyumak kadar normal bir şeyi bile harcama kalemi haline getirebiliyorsun!

Sanırım sürekli alarm halinde olan bilinçaltım , buraya taşındığım günden itibaren fişini çekti. Belki huzurdan, belki oksijenden, belki isteklerimin gerçekleşmesinden, bilmiyorum ama gece saat 23.00 oldu mu ben rüyalar aleminin en kral kadınlarından biri haline dönüşüyorum.

Bu sabah da uykumu almış, yanaklarıma al basmış şekilde kalktım. 
Bugün annemle alışveriş günümüz. İlk önceliğimiz, yukarı kata çıkabilecek genişlikte bir yatak almak...

Yalıkavak yolunda bir Yataş dükkanı olduğunu bildiğimizden direksiyonu o tarafa kırıyoruz. 
Bu dükkan oldukça geniş, 2 katlı, hem aksesuar hem de ev mobilyasında geniş seçenek sunan bir mağaza. Diğer Yataşlardan farklı olduğunu düşündüğümüzden bir ince muhabbet kuruyoruz bizimle ilgilenen servis elemanıyla.

"Bunlar Yataş ürünü mü?
"Hayır, bu mağazada Belçika'dan gelen tasarım mobilyalara da yer veriyoruz"

Yataklara ulaşamadan gözüme bir dolap kestiriyorum. 

Benim alışveriş şeklim genelde 'vurulma' şeklinde olur. Giyim de olsa mobilya da olsa bir şeye vurulur, esas hedefimi kaybeder ve takıntı haline getirmeyi de saniyeler içinde başarabilirim.
-Target Selected modeli-

"Anne boşver yatağı, gelen, giden olmasa da olur. Ben bu dolabı alıcam. Yatak sonra da alınır"
"Ahu, saçmalıyorsun. Yatak ilk önceliğin. Ama bu da çok güzelmiş gerçekten. "

Annemle alışveriş konusunda oldukça benzer taraflarımız vardır. Genelde aynı şeylere yükseldiğimiz için, empati yoluyla para harcama konusunda oldukça gelişmiş olduğumuzu düşünüyorum.

“Başkalarının hissettiklerini anlama becerisi” nin gereği, akıl ve kalbin birleştirilerek uygulamaya konmasıdır ki, bunun bir adı da 'makul vicdan'dır" der OSHO

Dolap, teşhir ürünü olduğundan ve sezon sonuna denk geldiğinden %50 indirimde. Biz de bu fırsatı Makul Vicdan'ımızla yoğurarak, hem 1.25'lik yatağı hem de dolabı alıp, çıkıyoruz dükkandan.
Yataş,  bizim marinada bir kahve molası vermemize izin vererek, hızlı bir şekilde yolluyor aldıklarımızı aynı gün. 


Dolap o kadar güzel ki, salon büfesi gibi kullanmaya karar verdim


Yine bir cibinlik operasyonu sonrası, yatak hazır!

Herşeyin rast gittiği bir gün sonrasında bir kadeh şarap içip, uyumak gibisi yoktur.


Ne demiş William Shakespeare "Kimine nöbet, kimine uyku nasip" 
Ben bu gece nöbetimi savıp, uykuya geçiyorum.

Hepinize güzel bir uyku dileyerek...


12 Ekim 2014 Pazar

İyi ki varsınız!

"Güzel hayat isteyen, Güzel insanlar biriktirsin" demiş Cemal Süreyya tecrübelerine dayanarak.
Sanırım benim de en büyük başarım bu: Çok güzel insanlar tanımış, çok güzel insanlar biriktirmişim...

Dolunay Sitesi'ndeki komşularımız da bu birikimin can parçalarından.  Yıllardır kapı komşuluğundan öteye taşıdığımız bir dostuk var aramızda. Sevmek için çok sık beraber olmanın gerekmediğinin, önemli olanın ruh ve kalp birlikteliği olduğunun neşeli bir kanıtıyız.

Yaz boyunca mutlaka en az 1-2 gün beraber yemeğe gider ve sezon sonunu da bir parti vererek kutlarız biz. Örneğin geçen yıl Hawai kostümleri yapıp, çılgınca, yiyip, içip eğlenmiştik. Bu senenin konsepti 'Köy Evi' olsun istiyor ve herkesi davet edip, yarım yumalak bitmiş evimin açılışını onlar gitmeden yapma hevesimi ortaya koyuyorum.






Liste hazır:
Arzu-Erdal
Melissa-Arda
Agavni
Nihan-Esra
Ahu-Memo (Buradaki Ahu kardeşimin kız arkadaşı olan adaşım)
Anne

Hepsinden bol sıfırlı bir "OK" geliyor...

Annem gidişattan biraz tedirgin.
"Ahu insanları çağırdın ama ocağın bile yok! Ne ikram edeceksin çok merak ediyorum"

Annem, davetler konusunda oldukça titiz bir yaklaşıma sahiptir. Onun için birilerini davet edeceksen, yemeklerin, sofran ve modun aynı renk olmalı. Her şey en ince detayına kadar düşünülüp, 1 hafta önceden başladığın plana uyacak şekilde yürümeli.

Bense onu çıldırtacak kadar vurdumduymaz ve spontane bir yaklaşıma sahibim, bu konuda. Genelde son gün ya da 1 gün evvelinden karar verir, haleti ruhiyemi koklar, elimdeki malzemeyi gözden geçirir ve oku atarım.

Aramızdaki potansiyel farklılıkları bizim kadar bilen komşularımız, olaya el koyup:

"Ne var canım, hepimiz birer meze yapar, içki de alır geliriz" hemfikirleriyle çözüm sürecini başarıya ulaştırmış oluyorlar.

Küçük bir alışveriş turu ve ev derlemesinden sonra, ben meşhur peynir tabağıma ve sofra hazırlama işine girişiyorum.


Memo, bahçedeki dut ağacından yapraklar toplayıp, tabağın süsüne katkıda bulunduktan sonra, bahçe aydınlatmalarını organize edip, satsumalı cin toniğini yudumlayarak beklemeye koyuluyor.

Saat 20.00...
Evin önünde neşeli bir kalabalık arabalarını park edip, ellerindeki yemek ve içkileri mutfağa taşıyor.
Öpüşmeler, küçük şakalaşmalar, evi turlama ve hediye faslı...

"Dostların ziyaretine eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmektir." demiş Mevlana

Valla sevgili Rumi benim dostlarım, buğdayı bir de öğütüp gelmişler o kadar diyim sana!

Arzu-Erdal: Yunan adaları seyehatlarinde beni hatırlatan, renkli şamdanımı almışlar

Nihan-Esra : Şarap sevgimi bildikleri için bu nefis şaraplığı (içindeki şaraplarla),
Arda-Melissa-Agavni ise hayatımda gördüğüm en güzel kilimlerden birini almışlar...

Muhteşem mezeler, leziz bir sohbet, gözlerini gülmekten buğulatan espriler, çakır keyif bir eğlence derken biz saati sabah 4.00 ettik. 
Annem mi?
Tedirgin girdiği kapıdan, şen şakrak ve mutlu ayrılanlardan...





"Öyle insanlarla birlikte olacaksın ki; Onlar için “iyi mi ?” diye sormadan “iyi ki” var diyebilesin. - Ece Ayhan - (Türk Şair-Etikçi)

"İyi ki varsınız be dostlar"....


8 Ekim 2014 Çarşamba

Gölge Etme!

Sabah, yan bahçenin horozunun verdiği alarmı 'ertele'ye basıp, saati 8.00 yapıp, uyanıyoruz. Yüzümü yıkamadan, koşar adımlarla sokak kapısını aralıyorum ilk önce. Alışık olmadığım bir sabaha giriş telaşındayım.

"Vay vay vay...."
Demek buralarda böyle uyanırmış insanlar... O yüzden 90 yaşında benden daha dinamik ve hareketlilermiş.




Ciğerlerim oksijenden hafifmeşrep olana kadar çekiyorum içime havayı. Akdeniz ve Ege'de havanın garip bir hissi vardır: sanki içine çektiğin her nefes, hafif şekerlenip, damağına çiğ olur düşer. 
(Ağzımın tadını bildiğim kesin)

Hemen bir çay demleyip, yine pek alışık olmadığım bir şey olan kahvaltıya geçiş yapacağız annemle. Benim için kahvaltı bugüne kadar gerçekten kahve için altlık yaptığım, müsli ve sütten ibaretti. Bugünse bahçede şöyle ballı kaymaklı bir öğün için sabırsızlık çekiyorum.

Memo, fırından simit, ekmek ne varsa toplayıp geliyor. Bahçeye kurulup, uzun uzadıya yeme hayalindeyiz. Fakat burada herşeyden izole oluyorsun da ısı akımına 'dur' diyemiyorsun.

Evin her tarafı güneş aldığı için, sabah sadece dut ağacının altında küçük bir köşeye sığınma zorunluluğun var (şimdilik). Evin giriş kısmındaki gölgelik ise suntadan yapılmış olduğundan 'yalıtım' konusuna bizim kadar yabancı...

Hazzı ertelemenin kimseye bir faydası olmadığından, 3 kuşurluk gölgenin altına kuruyoruz soframızı.





"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem, Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" diyen Cemal Süreyya'yı ilk defa gerçekten anlamanın rahatlığı ve sağlıklı bir öğünün tokluğu ile sofradan kalkıyorum.

Şimdi sırada yeni farkına vardığımız 'yalıtım sorununa' bir çare bulmak var...

Hemen bu konuda tanıdığım tek güvenilir kaynak olan Tahir'in (Tahir Toker) numarasını çeviriyorum.

"Alo, Tahir'cim sana yine garip bir sorum var: Bu girişteki gölgeliği nasıl ısı geçirmez bir hale getiririz yahu?"

"Üzerine Defne ağacının yapraklarını ser, eski balıkçı ağı ile ört, kargıyla da destekle... En güzel izolasyon şekli budur!" (Tahir, emekleyen bir bebeye, koş diyerek ortamı kitliyor)

"Peki ben sadece bambu koysam olmazı mı miğrim?"

"Hahahahaha bambu değil onlar sosyetik! 'KARGI'... Alttan bağlayın, şimdilik biraz rahatlatır seni"

Egzotik şehir çocukları olarak 'kargı'nın izini sürmeye başlıyoruz Memo'yla. 
Gümüşlük yolunda bir tane kargıcı bulup, yanlıyoruz arabamızı.

Boy boy, rulo halinde satılıyor bu malzeme. Alan çok geniş olmadığından ve başırısızlık payımızı da ekleyerek, 2 adet 2m genişliğinde 5m uzunluğunda kargı siparişini verip, arabamıza sığmadığı için, kamyonetle geçerken bırakmalarını rica ediyoruz.

"Oldu abla, bir ara bırakırım" diyip, arkamızdan su döküyor kargıcı...

Benim kafam "bir ara" lafına takıldığı için adamı eve döner dönmez arama ihtiyacı duyuyorum. 
(iyi ki aramışım çünkü burası Bodrum ve kargıcının 'bir ara'sı benimkinden daha geniş bir zaman dilimine aitmiş)

Israrlarım üzerine akşamüstüne doğru teslim edilen kargılarımızı alıp, Memoyla alttan alttan çalışmaya başlıyoruz. Memo inaılmaz bir iş çıkartıyor. 
Helal kardeşime!

Teli geçir- kargıyı tut - bağla kombinasyonuyla yeni bir zincirleme reaksiyon daha katıyoruz hayatımıza.



Büyük İskender kadar olmasa da 'Gölgesi'ne metafor yapılası bir gölgeliğimiz var artık sevgili Diyojen. Gel de altında felsefeyi gıdıklayalım...






İlk Gece Sendromu

Balkonlara asılmış çamaşırlar gibi bir özgürlük hissi veriyor bu ev bana; tek mandala tutunmuş bir gerçeklik var içimde...

Yıllardır oturduğum apartman dairelerinin yakın temas komşuluğundan dolayı, perdeler ardına gizlediğim hayatımın üstünü açtım ilk iş. Kapı, pencere ne varsa sere serpe.



Hep gündüzleri yaşadığım bu evde ilk gecemi geçireceğim. Fakat içimde inanılmaz bir 'ilk gece korkusu' var. Annemlere yansıtmamaya çalıştığım anksiyete, akşam üstü tavan yapıyor. Sanırsın akşam davul-zurnanın sesi kesildiği zaman yeni eşiyle yalnız kalmak zorunda kalan 18'lik gelinim...

Pek korkak bir tip değilimdir aslında; hani kız gibi kız olamadım hiç. Ama günün sonunda X kromozomu fazla bir DNA yapım olduğunu da kabullenmeliyiz.

İşte o fazlalık psikolojimde hafif bozukluk yaratınca, annem fark edip:
"Bu gece ben de seninle kalayım burada"diyor.
"Oluuurrrr"...

"Anneler, her şeyi görmeseler bile kalpleriyle duyarlar" demiş OSTROVSKI (Rus Oyun Yazarı)

Kalbinin kulaklarına sağlık be anam...

Rahatlayan kan akışım sayesinde hareketlenen bedenim, gece yatacağımız alt odanın son rötuşlarını yapmamı kolaylaştırıyor. Bu oda; giriş katında, tek pencereli, içine banyoyu da almış, taşların serinliğini muhafaza eden konforlu bir alan.


Cibinlik yatak odalarının olmazsa olmazıymış bu tip evlerde. Kontrol edemediğin börtü böceğe karşı, en ilkel ve romantik savunma mekanizması... Her şey yerli yerini bulduktan sonra İkea'dan sipariş verdiğim cibinlikle odanın cilasını yapmış oluyorum.
Gelinlik yerine, cibinlik astığım odamda 'ilk gece korku'mu bertaraf ederek, annemle huzurla uyuyabilirim artık...





Gece

Çok yakından tanırım geceyi,
Birbirimizin düşüncelerini okuruz,
Eski zamanlardan kardeşiz biz,
Aynıdır bizim yurdumuz.

Fakat bir gün vakti gelecek
Ve o beni bütünüyle kucaklayacak!
Eğiyor başını, yanaklarımı okşuyor
Ve ‘Hazır mısın? ’ diye soruyor...

Hermann Hesse (20. yüzyılın en önemli yazarlarından)


Hem de nasıl hazırım be Herman Hesse...

3 Ekim 2014 Cuma

Bayramlık dilekler

Çocukluğumuza bir gönderme olsun bugün:

Bayram için alınmış, el değmemiş kıyafetlerimizi giymek için uyku girmesin gözlerimize,
Sonra bütün büyüklerin ellerini öpelim, yaşımızdan başımızdan utanmadan
belki üç beş lira kapar da, en sevdiğimiz çikolatayı alırız yine.

Basbayağı bir bayram yaşayalım işte, ailemizle, eşimiz, dostumuzla,
Çocukları utandıracak kadar bayram olalım bugün
İpad bile çelemesin akıllarını
Belki deli derler de, öğrenirler bayram olmayı yine.

Ben bugün gidip, bayrama karışacağım...
Ne kurban olacağım, ne de kurban vereceğim.
Sadece ama sadece mutlu bir bayram yaşayacağım yine.


Bayramlık  dileklerimle...




1 Ekim 2014 Çarşamba

Alınız Al, Morunuz Mor İnandım

İlk gün!

Eşyalar benden önce vardığı için, annem ve Memo nakliyeyi karşılayıp, ilk müdaheleyi yaptılar. Telefonda tarif ettiğim gibi, eşyalar istediğim yerlere dağıtılmış şekilde karşıladı yeni evim beni.

Memo, sabah ilk iş evi bana teslim edip, uzama hevesinde, bense ona bir kaç erkek işini daha yaptırıp, öyle serbest bırakma çabasındayım.

"Nolur ama nolur odayı da boya, söz sonra birşey istemeyeceğim"
"Ya Ahu biliyorum isteyeceksin yaaa..." (isteyebilirim, bizde yalan yok)


Evin üst katı, bütün evin uzunluğunca yayılmış yekpare bir oda olarak tasarlanmış. Ben de burayı, daha çok kış aylarında takılacağım, hafif loft hissi veren bir tarzda döşemek istiyorum. Ama benden önceki renkli çift odaya, bütün kişiliklerini yansıtacak dokunuşlar yaptıkları için, önce onların izlerinden kurtulmam gerekiyor. Zira benim 'Renkli Hayat' anlayışım duvarlarla çerçevelenecek türden değil.




Su bazlı beyaz cephe boyası bu evde ekmekten daha çok tükettiğimiz bir şey. Memo, tatilinin son günlerini, arkadaşları yerine rulo fırçayla geçirmek zorunda kaldığı için duvarlara en haşin şekilde vuruyor beyazı. O, genel hatlarda, ben de kesmelerdeyim bugün. (yer ve tavana yakın hatların fırça ile boyanma işlemine kesme deniyor)

"Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler" demiş Özdemir Asaf.
Mor, yeşil ve eflatunda istediğim saflığı bulamadım sevgili Asaf. O yüzden bembeyaz olsun istiyorum yer gök, yeni yaşamımda... Varsın kirlensin sonra.

Hava sıcak olduğu için duvarlara vurduğumuz boya çok hızlı kuruyor Allahtan. Tabii hız konusunda, Memo'nun bir an önce kurtulma çabası da önemli bir etken.  Öğlenden hemen sonra bembeyaz duvarlarıyla, eli yüzü açılmış bir üst kat odasına sahip oluyorum. Ama hala beni rahatsız eden küçük bir kemirgen var içimde.

"Hımmm bir şey eksik sanki??? Acaba........."

Memo, beni çok iyi tanıdığı ve bir sonraki isteğimi kaldıramayacağını bildiği için, 'Acaba' sonrasını dinlemeden, aşağı kata süzülüyor. Sanırım girmek üzere olduğu depresyonu atlatmak için yatay pozisyona geçip, tavana bakacak.

Ne yapayım?
İçime mi atayım?
Susup kabulleneyim mi yarım olan bir şeyi?
Tam olarak aradığım huzuru sadece duvarlar vermedi işte bana.

Benim gibilere Mükemmeliyetçi-Perfeksiyonist ya da kısaca 'hasta' diyorlar Tıp Literatüründe.
Olsun... Çevreme zarar vermedikten sonra kendimi istediğim kadar hırpalamakta sıkıntı görmüyorum bütüne ulaşmak için. O yüzden telefondan daha sık kullandığım bir alet haline gelen fırçamı alıp, yer rabıtalarını da beyaza boyama işine girişiyorum.

Saat 19.00 gibi üst kat, benim huzuruma hizmet edecek kıvama geldi. Eşyalar da yeni yerlerine koyulduktan sonra, evin en önemli yaşam alanı bitmeye bir adım daha yaklaştı.





Maalesef 1.60 genişliğindeki yatağım ve bazası, yeni yaptığımız merdiven genişliğine kafa tuttuğu için, şimdilik sadece koltuğumu, televizyonumu ve çalışma masamı koyabildim kata.

"Huzurlu olmak, içe dönük örgütlü olabilme yeteneğidir" demiş Norman Wincent Peale (Amerikalı kişisel gelişim uzmanı-yazar)

Varsın yatak olmasın, huzurumun ibresi maksimumda...



Yanına Alacağın 3 Şey

Şehirler de insanlar gibidir; her biri kendince batırır doğan güneşi! Ya kalır hergün aynı şekilde doğar-batarsın, ya da gider başka bir güne uyanır, "varsın batsın" dersin...


Şimdi biraz damarınıza basacağım. Aslında ben de değil, Can Yücel'e vereceğim parmağımı o bassın...

Gitmek 
Bu günlerde herkes gitmek istiyor 
Küçük bir sahil kasabasına 
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara... 

Hayatından memnun olan yok. 
Kiminle konuşsam aynı şey... 
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. 

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok. 
Bir kendisi 
Bu yeter zaten. 
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.. 
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. 
Ama olmuyor. 

Hani kendimizden razıyız diyelim, öteki de olmuyor. 
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor. 

Böyle gidiyoruz işte. 
Bir yanımız "kalk gidelim", 
öbür yanımız "otur" diyor. 

"Otur" diyen kazanıyor. 
O yan kalabalık zira... 
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, 
Güvende olma dugusu... 
En kötüsü alışkanlık 
Alışkanlığın verdiği rahatlık, 
Monotonluğun doğurdugu bıkkınlığı yeniyor. 
Kalıyoruz... 
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz. 

Evlenmeler... 
Bir çocuk daha doğurmalar... 
Borçlara girmeler... 
işi büyütmeler... 
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
(2002 C. Yücel)

Seni utandırdığım için çok mutluyum sevgili Can Yücel; 

Alışkanlıklarımın benim adıma monoton bir hayat kurmasına izin vermiyor ve bütün kalabalıkları yüz üstü bırakıp, küçük bir sahil kasabasına yerleşip, köpek alma konusunu açık bırakıyorum...

"Aç kollarını Bodrum, inanmazsın ben resmen geldim..."