Evet ben 5,5 senedir freelance olarak, evinin salon masasına kurduğu ofis kurgusuyla hayatını idame ettiren, yeni nesil olmasa da yaptığı işle yeni nesille aşık atan bir iş kadınıyım.
Çalıştığım derginin yazı işleri müdürlüğü mertebesinden, düşük maaş ve insanlık dışı çalışma şartları yüzünden ayrılalı tam 5,5 sene olmuş. Belki Haydar Paşa garının önünde durup "İstanbul seni yeneceğim" dememiş olabilirim ama kendimce ben o şehrin ipliğini pazara çıkarttım.
Tek başına bir ofis dolusu insan gibi davranarak, geçirdiğim yılların ekmeğini tam yemeye başladığım bu dönemde, içime giren iflah olmaz 'Gitme İsteği' her sabah 'günaydın' dediğim bir komşuya dönüştü.
Hayatın güzel, Nişantaşı'nda konforlu bir evin, arkadaşların, müşterilerin var. Daha ne istiyorsun be kadın?
Gitmek...
Bodrum tatilimin 3. günü sabahı, annemle ve kardeşimle kahvaltımızı yaparken, ağzımdaki baklayı, zeytin tabağının yanına koyuverdim:
"Ben buraya yerleşmek istiyorum!!!"
"Ne dersiniz? Saçmalıyor muyum? Nevrotik bir kadının akıl almaz anlık gel-gitlerinden biri mi sizce bu?"
Hiç beklemediğim bir cevap alıyorum en senkronize halinden:
"Düşünme bile, yeterince kaldın oralarda, gel burada huzurunla yaşa artık"
Sessizlik...
Bu kadar basit olduğunu düşünmediğim bu cevap karşısında, diğerleri ekmeklerine yağ-bal sürmeye geri dönse de ben iştahtan hafif kesilir gibi oldum.
"Naparım ya, nasıl olur, ev mi bakmaya başlasam, işim ne olacak, ya oradaki düzen..."
Annem benim tıkandığımı göz ucuyla görüp; "Kendini bunaltmayı bırak, evin var işte. Git Yalıkavaktaki evde kal, eşyanı da sat, buradan yenisini alırsın. Bu kadar basit"...
Annem; hareket kabiliyeti oldukça yüksek, genlerinde çingenelik olduğunu düşündüğüm, gezgin ruhlu ama bir o kadar da yerleşik düzen çılgını, 350 adet beyaz gömleği ve yaklaşık 60 tane eski küpü olan ironik bir kadın kahraman benim için.
Ama ben eşyalarımdan vazgeçmek istemiyorum. Üstelik 50 metrekare bir evde, pansiyoner gibi hayat süren, orta yaşlı, bütün hayatını silip atıp Bodrum'a yerleşmiş, tok sesli, rakıcı kadın grubuna mensup olmaya da hiç niyetim yok.
"Yok bir ev bulmam lazım. Eşyalarımdan ayrılamam. Onlar benim tarihime şahit oldular. Hem de her anına, göğüs gererek yıllardır. Şöyle bahçeli, şömineli bir ev istiyorum aslında, var mıdır dersiniz?"
Annem beni hiç sallamayan bir tavırla "Bak işte o zaman, git araştır, bul"...
Bunun anlamı: Ne yaparsan yaptır bizim ailede. Bu da demek ki bundan sonrasında tek başına ufuk çizgisine bakan kızılderili ben olacağım bir işaret görmek için keskinleşmiş şahin gözlerimle.
O bütün gün nasıl geçti derseniz; pırpır bir kalp, hafif daralmış nefes borusu, enseden ara ara gelen ürpertiler, coşkulu ve kontrolsüz duygu çıkışları ardına yerleşmiş karamsar ve yine kontrolsüz inişler...
"Bu sancı ne zaman biter doktor bey?"
"Bana bir epidural mi yapsanız?"
"Ya da boşverin hepsini sezaryenle doğurtun bana bu yeni çocuğu".
"pansiyoner gibi hayat süren, orta yaşlı, bütün hayatını silip atıp Bodrum'a yerleşmiş, tok sesli, rakıcı kadın grubuna mensup olmaya da hiç niyetim yok." ben ondan olcam işte hahahahahah
YanıtlaSilhahahahaa tam senlik. Müzeyyen Senar dinleyip, ince sazda kendini kaybedebilirsin işte...Ben de sana yemek hazırlarım öncesinde:))
YanıtlaSilAhu cum harika yazilar :) ne iyi yaptin canim hersey gonlunce olsun. sevgiler Aysun
YanıtlaSilAysun'cum çok teşekkürler:) Çokça sevgiler
YanıtlaSil