8 Ekim 2014 Çarşamba

Gölge Etme!

Sabah, yan bahçenin horozunun verdiği alarmı 'ertele'ye basıp, saati 8.00 yapıp, uyanıyoruz. Yüzümü yıkamadan, koşar adımlarla sokak kapısını aralıyorum ilk önce. Alışık olmadığım bir sabaha giriş telaşındayım.

"Vay vay vay...."
Demek buralarda böyle uyanırmış insanlar... O yüzden 90 yaşında benden daha dinamik ve hareketlilermiş.




Ciğerlerim oksijenden hafifmeşrep olana kadar çekiyorum içime havayı. Akdeniz ve Ege'de havanın garip bir hissi vardır: sanki içine çektiğin her nefes, hafif şekerlenip, damağına çiğ olur düşer. 
(Ağzımın tadını bildiğim kesin)

Hemen bir çay demleyip, yine pek alışık olmadığım bir şey olan kahvaltıya geçiş yapacağız annemle. Benim için kahvaltı bugüne kadar gerçekten kahve için altlık yaptığım, müsli ve sütten ibaretti. Bugünse bahçede şöyle ballı kaymaklı bir öğün için sabırsızlık çekiyorum.

Memo, fırından simit, ekmek ne varsa toplayıp geliyor. Bahçeye kurulup, uzun uzadıya yeme hayalindeyiz. Fakat burada herşeyden izole oluyorsun da ısı akımına 'dur' diyemiyorsun.

Evin her tarafı güneş aldığı için, sabah sadece dut ağacının altında küçük bir köşeye sığınma zorunluluğun var (şimdilik). Evin giriş kısmındaki gölgelik ise suntadan yapılmış olduğundan 'yalıtım' konusuna bizim kadar yabancı...

Hazzı ertelemenin kimseye bir faydası olmadığından, 3 kuşurluk gölgenin altına kuruyoruz soframızı.





"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem, Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" diyen Cemal Süreyya'yı ilk defa gerçekten anlamanın rahatlığı ve sağlıklı bir öğünün tokluğu ile sofradan kalkıyorum.

Şimdi sırada yeni farkına vardığımız 'yalıtım sorununa' bir çare bulmak var...

Hemen bu konuda tanıdığım tek güvenilir kaynak olan Tahir'in (Tahir Toker) numarasını çeviriyorum.

"Alo, Tahir'cim sana yine garip bir sorum var: Bu girişteki gölgeliği nasıl ısı geçirmez bir hale getiririz yahu?"

"Üzerine Defne ağacının yapraklarını ser, eski balıkçı ağı ile ört, kargıyla da destekle... En güzel izolasyon şekli budur!" (Tahir, emekleyen bir bebeye, koş diyerek ortamı kitliyor)

"Peki ben sadece bambu koysam olmazı mı miğrim?"

"Hahahahaha bambu değil onlar sosyetik! 'KARGI'... Alttan bağlayın, şimdilik biraz rahatlatır seni"

Egzotik şehir çocukları olarak 'kargı'nın izini sürmeye başlıyoruz Memo'yla. 
Gümüşlük yolunda bir tane kargıcı bulup, yanlıyoruz arabamızı.

Boy boy, rulo halinde satılıyor bu malzeme. Alan çok geniş olmadığından ve başırısızlık payımızı da ekleyerek, 2 adet 2m genişliğinde 5m uzunluğunda kargı siparişini verip, arabamıza sığmadığı için, kamyonetle geçerken bırakmalarını rica ediyoruz.

"Oldu abla, bir ara bırakırım" diyip, arkamızdan su döküyor kargıcı...

Benim kafam "bir ara" lafına takıldığı için adamı eve döner dönmez arama ihtiyacı duyuyorum. 
(iyi ki aramışım çünkü burası Bodrum ve kargıcının 'bir ara'sı benimkinden daha geniş bir zaman dilimine aitmiş)

Israrlarım üzerine akşamüstüne doğru teslim edilen kargılarımızı alıp, Memoyla alttan alttan çalışmaya başlıyoruz. Memo inaılmaz bir iş çıkartıyor. 
Helal kardeşime!

Teli geçir- kargıyı tut - bağla kombinasyonuyla yeni bir zincirleme reaksiyon daha katıyoruz hayatımıza.



Büyük İskender kadar olmasa da 'Gölgesi'ne metafor yapılası bir gölgeliğimiz var artık sevgili Diyojen. Gel de altında felsefeyi gıdıklayalım...






2 yorum:

  1. Ahucum evinin her köşesini görmek istiyorum daha çok post lütfeeen emeğine sağlık :))

    YanıtlaSil
  2. Ahhh, isim çıkmıyor:((( Çok teşekkür ederim. Postlar geliyor daha detaylı:))

    YanıtlaSil