Ben hiç kış gelmeyecekmiş gibi, plastik babetlerim ve atletimle takılırken aynı zamanda da İstanbul'da bere giymeye başlamış arkadaşlarıma, boy boy nazire fotoğrafları atarken, köşeden dönen gri bulutları görmemişim.
Doluya yakalanmadan 1-2 gün önce
Ne demişler: "Düz ovada yağmurdan kaçılmaz, ... "
Ben de kaçamadım!
Apartman katlarının bol merdivenli, yükseklerinde yaşarken, 'yağmur' benim için bir şemsiye ile önlem alabileceğim, dışarı çıkmadan önce trafik hesabına +45dk eklediğim ve bir de ayaklarıma bot geçirmem gerektiğini bildiğim bir doğa olayıydı.
İşte tam da bu yüzden, yakalanmadan az önce elimi kolumu sallaya sallaya evden çıkıp, yemeğe gittim. İsviçre'den gelen yelkenci bir arkadaşıma Yalıkavak Marina'yı gösterip, orada da bir şeyler atıştırıp eve dönerim planım, ilk gök gürültüsü ile 'Alabura' oldu (teknenin alt üst olması).
Gök gürültüsü nedir?
(1) şimşek ve yıldırım esnasında oluşan patlamaya benzer yüksek ses,
(2) Ahu'nun bahçede unuttuğu minderleri hatırlatan elektrik yüklü ses
(3) Araba alarmlarının düşmanı ses
(4) Yağmur servisinden hemen önce ikram edilen ses
(5) Tabiat ananın bana attığı tokatın sesi
Canhıraş bir feryatla " Hay bin kunduz" diye Gallus'a döndüm (küfür de etmiş olabilirim yalan demiyim)
"Hemen eve gitmeliyiz" (ingilizce)
"Islanmazsın korkma, az yağıyor" (daha iyi bir ingilizce)
10 ay üzerime bir şeyler yağan bir ülkeden gelsem belki ben de sallamazdım bu yağmuru ama öyle değil işte.
"Yok ondan değil, bahçeyi toplamadım, bütün minderler dışarıda" (telaşla çözülen akıcı ingilizce)
Henüz marinanın girişindeki 3. dükkanı bile gösteremeden, arabaya geri döndük. Yalıkavak-Dereköy arası yaklaşık 10km civarında. Hafif hafif başlayan yağmur daha yolu yarılamadan Muson tarzında takılmaya karar verdi. Buraların bir özelliği de buymuş; yağmur yağdı mı göz açtırmazmış.
Eve yaklaştığımızda "Bir yağmur bulutuna denk gelmişizdir canım" argümanımı çoktan seller almıştı.
"Gök gürültüsü iyidir, gök gürültüsü görkemlidir; ancak işi bitiren yıldırımdır..." der Mark Twain.
Hem de ne bitirmek!
Bütün bahçede kullanmış olduğum minimal beyazların, ıslanınca nasıl maximal bir stil yakaladıklarını, mumların kesinlikle water-proof olmadıklarını, cam şamdanların rüzgar testine tabi tutulmadan piyasaya sürüldüklerini, çam ağacından yapılma şezlongların su gördüklerinde içsel kırılmalar yaşadıklarını bir yağmurda öğrendim ben.
Haa, bir de bu tip evlerin dekorasyonunun yaz ve kış aylarında farklı olması gerektiğini,
mevsimler arası geçişlerde size klima esnekliğinde ve bir düğme kıvraklığında mod değiştirmeyi öğrettiğinin altını çizmeliyim.
Ne demiş Cicero, "Tabiat dostluğu; erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil."
Biz de yardakçı olmak için dip boya yaptırmadık ya bunca zaman, erdemin hasta takipçisiyiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder