23 Eylül 2014 Salı

Benim Ana mı Doğa Ana mı?

Biriktirme Hastalığı diye bir hastalık vardır, bilir misiniz?
Bu kişiler, satın almak ya da eşantiyon ve küçük hediyeler gibi ücretsiz eşyaları toplamak konusunda fazlasıyla enerji harcarlar.

Annem, bu hastalığın DNA'larıyla biraz oynayıp, kendi tarzını ortaya koymuş bir 'Biriktirici'. Bu hayattaki birincil hazzı, ev dekorasyonu. Ve belirtmem gerekir ki benim diyen iç mimarı, bilimsel olmayan ve hiç bir kanıta dayanmayan pratiği ile bunalıma sokar sokar çıkartır.
Biz Memo ile kendi başımıza hiç eşya almayız mesela. Annemin evinden "Bu benim olsun mu?" diyerek aldığımız irili ufaklı malzemelerle devşirme evler kurarız kendimize.

anne evinden bir köşe

Ege bölgesindeki bütün antikacıları, eskicileri ismen tanıyan ve bizzat alışveriş yapan annem, aynı zamanda sezon ürünlerine, indirim zamanlarına da aynı hassasiyette yaklaşır.

Daha ev ortada yokken bile süslemeyi seven ben ve annem, sabah eve doğru yola çıkmadan bagajı Ortakentteki evden uygun eşyalarla doldurup, yola çıktık. 

Muhsin'le son günümüz bugün. İçimizde biraz hüzün de yok değil hani...

Kendisi, sıvaları bitirmiş, evin önünde istediğim beton oturma yerini halletmiş, duvar boyasına geçmiş. 

Ben bugün biraz ağırdan alıyorum çünkü duvar kırma işlemi, gece yapılan tüm yoga hareketlerine rağmen bedende ciddi bir esneklik kaybı yaratmış. Süsleme kısmıyla sıcak saatleri geçirip, sonra badanayla hayatıma devam etmeye karar veriyorum.


Mutfaktaki nişin içini hafif bir yeşil tonuna boyayıp, içine de eskiciden alınmış, emaye kahve kupası asarak yaşamsal bir görüntünün ilk adımını atıyorum.


Bahçeye hemen Tunca'nın bahçesinden küpler ve ahşap eski tekneler alıp, içlerine cadde kenarından koparttığımız kaktüsleri gömüyoruz. Zeytin ağacı ise evin bahçesindeki çöplerin arasında bulduğumuz plastik, eski bir ağaç. Bahçede hiç yeşillik olmadığı için şimdilik yapay bir şeye var olma izni tanıyorum. 


Bu da evin en can alıcı köşesi: karşımdaki sonsuzluk hissi yaratan bu dağ manzarası, aralara serpilmiş Kara Selvilerle müthiş bir derinliğe sahip. Bu kendinden süslü ortama sadece iki adet ahşap şezlong ve matbaa'nın önünden aldığımız paleti koyup, üzerine de 2 adet şamdan serpiştirip, dinlenmeye bırakıyoruz.  

Bu evin en güzel tarafı yaşıyor olması. Apartman dairesinde yaşadığım zamanları hatırlıyorum. Bir günde nakliyenin getirdiği eşyaları uygun yerlere koyar, gerekli 3-5 dokunuşu yaparak hayatına devam edersin. Bir daha değişiklik yapmak, eklemek, çıkartmak aklına gelmez. İş ve şehir yaşamının içinde sadece bir mesken olarak tutarsın bu çılgın kiralar verdiğin kutu kutu beton alanları.

Burada ise yıllardır fark etmediğin yaratma isteğin, ılıman havayla birlikte gün yüzüne çıkıyor. Eline ne geçerse boyamak, onarmak, eski güzelliğine kavuşsun diye ona iyi bakmak istiyorsun. Doğa seni kendine yakışır şekilde davranmaya mecbur ediyor, yeşil yeşil bakışlarıyla...


Bir şarkı olmak istiyorsun burada. Beatles yazmış olsun istiyorsun ve seni Doğa Ana'nın oğlu ya da kızı diye çağırsın istiyorsun...

Mother Nature's Son ( The Beatles)
Born a poor young country boy
Mother Nature's son
All day long I'm sitting singing songs for everyone.

Sit beside a mountain stream
See her waters rise
Listen to the pretty sound of music as she flies.

Find me in my field of grass
Mother Nature's son
Swaying daisies sing a lazy song beneath the sun.


2 yorum:

  1. özendiriyorsun fena halde... ona göre :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir nevi sincap evler:) Sen bu yaşamı benden önce keşfedenlerdensin...

      Sil